Mekanize Facebook birlikleri

31 Temmuz 2009 Cuma

İnternet'ten konu açılmışken hepimizin bildiği bir Facebook olayı var. İlkokul arkadaşlarının bulunduğu türlü çeşitli videoların resimlerin paylaşıldığı dünya çapında meşhur olmuş bir sosyal zımbırtı sitesi. Sorun şu ki Türkiye'de interneti herkesin kendi çıkarlarına rahatlıkla kullanabiliyor olması doğal olarak bazılarının işine gelmiyor.

Bunun bir güzel örneği de yaklaşık 2 sene önce Genelkurmay Başkanlığının interneti ve Facebook'u kendi işine geldiği gibi kullanabilmesiydi. İlk anda Facebook ile Genelkurmay Başkanlığının ne alakası olur diye düşünmeniz normal, olayın iç yüzü ise son derece ilginç. Genelkurmay Başkanlığı Facebook üzerinden asker kaçaklarına ulaşıyor ve kişisel bilgilerinden çalıştığı yeri öğreniyor. Sonra da çalıştıkları yerlere o kişinin asker kaçağı olduğunu bildiren bir yazı yolluyor. Asker kaçağı çalıştırmak suç olduğu için işten kovulan asker kaçakları da mecburen askere gidiyor.

Bu olayın bir vahim yanı da bu şekilde 370 asker kaçağının askere alınmış olması. İnternet güzel birşey ama arasıra kime göre neye göre diye de düşünmek gerekiyor. Belki de en iyisi herkesin kendi çıkarlarına göre herşeyi yapabileceği bir yer olarak kalmaya devam etmesidir.

Doyur bizi yemeksepeti

İnterneti her ne kadar faydalı amaçlar için kullanan bir millet olduğumuzu düşünmesem de arasıra çok başarılı sitelerle karşılaşmıyor değilim. Bu başarılı sitelerin de bir güzel örneği yemeksepeti. Eskiden nası olurdu bu işler düşünmek bile son derece keyifsiz. Misal yeni bir eve taşınmışsınız yol yordam bilmezsini evde yiyecek bişeyler yok, evden çıkmak istemiyorsunuz. O güne kadar sağdan soldan toplanan broşürler ya da benzeri kartlar yoksa evde aç oturmak ya da bilinen büyük fast food firmalarının internet sitesinden bakıp oraya sipariş gönderiyor mu diye dua etmekten başka şansınız yok.

Yemeksepeti'nde semtinizi girip tıkladığınızda sayfalarca (en azından her semt için 10-15 civarında olduğunu düşünüyorum) çıkan seçenekten birini seçtikten sonra telefonda yapamayacağınız bir başka güzel seçenekle bütün menü resimleri ile karşınıza çıkıyor detaylarıyla seçip sepete ekliyip eve getirtip yiyosunuz.

Geçtiğimiz aylarda yemeksepeti teknik bir arıza nedeniyle birkaç saat ulaşılamadığında yurt çapında özellikle öğrencilerin ciddi açlık sorunları yaşadığını, panik ile evde belki de ilk defa kullanacakları tencere tava arayışına geçtikleri bile bilinmekte. Türkiye gibi bir yerde internet üzerinden sağlanan bir sevise bu kadar bağımlı olmak bana da tehlikeli gibi geliyor hakeza her an ne yapacağı belli olmayan ttnet gibi faktörler söz konusu.

Bir de hiç anlayamadığım internet karşıtı tipler geliyo arasıra aklıma. "Ben öyle internetlerden kunternetlerden söylemem giderim kebapçıma 2 kelam ederim orda yerim insan içine çıkarım, sosyallik ulan!" diyen tipler de var. İnternet üzerinden yemek siparişi verebilmeyi de asosyallikle bağdaştıran tek insan tipi Türkiye'dedir herhalde dedikten sonra "gerçek asosyallik sosyal yaşamını kebapçı köşelerinde kovalamaktır" diye bir özlü söz ortaya atarak hafiften sinirlenir gibi yapıyorum ancak sonrasında yine elmalı sodamı içiyorum geçiyor.

Cümleten afiyet olsun.

30 Temmuz 2009 Fenerbahçe Honved Maçı

Uzunca gelen bir sezonluk aranın ardındna yine kombinemi alıp tribünlerdeki yerime sağımda solumda 2 (hatta bu maç için üçtü) yakın dostla geçtim. Daha önceden de yazdığım maç öncesi programına olabildiğince sadık kalarak erkenden stada girip yerimizi aldık ve türlü geyiklerle maçı beklemeye başladık. Maçtan aklımda kalan noktaları da sıralamam gerekirse şöyle olur tahminimce.

-Yanlış hatırlamıyorsam eskiden futbolcular 1 saate yakın ısınırdı sahada, artık 45 dakikadan az sürüyor onun da büyük bir kısmı tribünlerin çağırmasıyla geçiyor.
-Tribünlerde değişen bişey yok taraftar grupları bağıranlar oturanlar hiç değişmemiş.
-Maraton alt tribünden kombine bilet alıp (min. 4 milyar civarında bir bedel ile) maça gelmeyenlerin ne kadar zengin olduğunu aklım almıyor.
-Roberto Carlosun golünde adamceğizi gol sevincinde sakatladılar zannedip üzüldüydüm ancak tvden bakınca vuruşta sakatlandığını anladım, bir nebze rahatladım.
-Güiza doğru yerlere koşu yapabilen bir adam olma özelliğini iyi kullandı.
-Sahada bu kadar çok Brezilyalı görmek son derece güzel bir olaymış.
-Honved'in ilerdeki tek oyuncusu olan Abraham'a maçtan önce macunlar baklavalar yedirmişler thaminimce, böyle bir enerji görmedim ben başka oyuncuda, maç biterken de haala sağa sola koşmaya çalışıyordu adam.
-Stadın içinde satılan ufak bardak suların tanesinin 2 ytl olması yüreğimi burkar.
-50 civarındaki Honved taraftarını hayretle farkettim bir o kadar da takdir ettim.
-Takım, takım olma yolunda önemli adımlar atmış. Takım oyununa önem vermişler ve herkes birbirinin yardımına gidiyor savunma esnasında.
-Yeni transferlerin başarılı olduğunu düşündüm.
-Maçın 21:45 olması dert oldu çıkışta toplu taşıma aracı bulmak dertti eve gidilen saat ertesi sabah kara kara düşünüldü. Daha erken olabilseydi süper olurdu.
-Stada konulan yeni ekranlar da öncekilere göre son derece başarılıydı.
-Elektronik reklam panoları değişiyordu tahminimce oralara çarşaf çarşaf reklamlar germişler.
-Maç biter bitmez görevlilerin gelip kaleleri söküp götürmesine de bir anlam veremedim merak uyandırdı bende.

Evet uzun süre sonra gittiğim maçta gözüme çarpan ilk şeyler bunlardı. Önümüzdeki nice maçlarda yine yorumlarımla karşınızda olmaya çalışıcam. Beni izleyin anacım. Baay

İçimdeki damacana aşkı bambaşka

28 Temmuz 2009 Salı

Yine benim akıl mantık düzeyimi aşan bir haberle karşınızdayım maalesef. Bu haberimize konu olan genç ise azgınlığı ile yaratıcılığını harmanlayarak (Türk adetlerinden birisidir bu harman) bir asansörde boş bir su damacanası ile mastürbasyon yaparken yakalanıyor. 27 yaşındaki su dağıtıcısı Naci K. gittiği bir apartmanda yaklaşık bir dakika boyunca asansörde cinsel temas halinde yakalanmış. Her ne kadar bu durumu anlamama imkan olmasa da hadi diyelim ki bu Sayın Naci damacanalara karşı cinsel bir arzu duyuyor, peki neden asansör. Heralde cinsel hayatına böyle bir heyecan katmak istemiş.

Bu haber hakkında yazacak pek fazla bir şey olduğunu düşünmemekle birlikte bari gülelim eğlenelim diye birkaç resim ekleyeyim konuyla alakadar. Baktıkça, hatırladıkça sırıtabilelim en azından.

Sorumlu habercilik

An itibari ile hayretle Show TV'nin ana haber bültenini izlemekteyim. Spiker abi son derece ciddi bir ifade ile "Türk gençleri güneye gidiyor ve tabi ki tek hedefleri sadece tatil değil" diyerek yurdum yağız delikanlılarının antalya sahillerinde ruslara neler ettiğini izletiyorlar. Hatta yurdum gençleri yetmezmiş gibi Azerbaycan ve civar ülkelerden de üçerli beşerli yağız delikanlılar eglmiş "yaz aşkı" yaşamak için. Haberden ufak detaylar vermek gerekirse.

-"Önemli olan burda saldırmak değil işi biliceksin" diyen gençler
-"Türklere pas vermiyorlar abi ya" diyip çok mağduruz dermişçesine kameraya bakan gençler
-Tahminimce asılanlardan sıkılmış, üzerinde "i have a boyfriend" yazan bir İsrailli abla ve kamerayı görünce utanması.
-Ekonomik kriz gençleri de vurmuş "hergün başka hatunla takılmak istiyordum ama bu sene az turist gelmiş bir haftadır bu 2 hatunla geziyorum" diyen gençler

Böyle insanlar var birçok insan da bunların farkında. Farkında olanlara bunlara göstermek zaten bir işe yaramayacaktır, farkında olmayanlar da "oha böyle bir imkan varmış" diyip antalyaya koşmayacaksa onlara da pek bir faydası yok. Peki bunların hepsini izledik dinledik de haber, habercilik bunun neresinde onu anlayamadım pek.

Langırt oynamayın hapse düşmeyin

Başlığı görüp bir türk medya abartısı sanarsanız size hak veririm hakeza ben de ilk okudumda öyle zannetmiştim. Gel gör ki son derece gerçek ve ciddi bir habermiş. Gökhan Sekmen isimli vatandaş 2 sene önce Balıkesir'de 19 Mayıs şenlikleri çerçevesinde bir Langırt turnuvasına hakem olmuş. Sonrasında da 1072 sayılı Rulet, Tilt, Langırt ve Benzeri Oyun Alet ile Makineleri Hakkında Kanun'na muhalefet suçuyla göz altına alınmış. 2 senelik yargılama sürecinden sonra da 10 ay hapis ve 375 tl para cezasına çarptırılmış. Benim de ilk aklıma geldiği üzere Gökhan Sekmen de Recep Tayyip Erdoğan'ın da langırt oynadığını vurgulamış.

Sıradışı bir ülkede yaşıdığımı bir kere daha net bir şekilde anlamış oldum bu haberle de. Kumar ile langırt'ı ayırt etme gereksinimi duymayan, kartopu oynamaya suç gözüyle bakan başka pek bir ülke yoktur heralde. Bildiğim kadarıyla langırt masaları serbestçe satılıyor ve suç değil. Kafama takılan başka bir nokta da bu cezayı bilen biri gidip rahat rahat langırt oynayabilir mi acaba?

Eski sevgiliye açık reklam

Yakın zamanda bir hanım kızımız internet vasıtası ile pek bir meşhur oldu. Ana haber bültenlerine çıkacak kadar meşhur olan bu ablayı tanımayan vardır diye kısaca bir açıklamak gerekirse bu abla Mert ismindeki (video içerisinde sıklıkla gerizekalı ve aptal olarak hitap ediliyor) eski sevgilisi videoyu çeken Fulya hanım kızımızın Begüm ismindeki (video içerisinde sıklıkla kaşar ve pislik olarak hitap ediliyor) bir kimseyle beraberliği üzere bu Fulya kızımız da yerinde duramamış bir video çekeyim demiş.

Videonun hakaretler dışındaki kısmı ise şöyle isminin Fulya olduğunu öğrendiğimiz sinirli abla ilk olarak bir gecelik çıkartıyor (kendisine Mert denen eski sevgili almış bunu) Begüm'e bir hakaret silsilesinden sonra bir e-ticaret sitesinde 1 liraya satacağını söylüyor, sonrasında bir fotoğraf makinası çıkartıyor ve içinde Mert'in çok özel resimleri ile birlikte 1 liraya aynı siteye ekleyeceğini ve son olarak da Mert denen eski sevgilinin çok çabalayıp milli takıma imzalattığı futbol topunu yine aynı fiyata satacağını duyuruyor. Ürünlerin satılmasından kısa bir süre sonra da Mert'in etekli resimleri internete sızıyor.

Bu olayın yapılış şekliyle ya da şu haksızdır bu haklıdırla ilgili oturup yorum yapacak halim yok elalemin özel hayatı beni pek alakadar etmez. Ancak videoyu izledikten sonra aklıma gelen ilk şey "viral marketing" oldu. Açıklamak gerekirse Viral Marketing denen olay reklamı para verip tv kanallarında göstermek yerine masrafsız bir şekilde yayılmasını sağlayan bir pazarlama tekniğidir. Yani reklamı biri gördüğünde "oha lan ne acayip" diyip başkalarına da erişmesini sağlamaktır. Bu video için de düşünecek olursak bunu izleyen insanların birçoğunun söz konusu e-ticaret sitesine girip bu ürünleri aradığını tahmin edebiliyorum. Ayrıca bu videonun ana haber bültenlerine çıktığını da düşünecek olursak son derece başarılı bir kampanya olmuştur diyebiliriz. Ha eğer bu öyle birşey değilse ve anlatılanlar tamamen gerçekse elalemin derdi 70 milyonu gerdi demekle yetiniriz.

Yaya dediğin yaya yaya yürür

5 yıla yakın bir süredir ehliyetim olsa da aktif şoförlük hayatımı son birkaç aydır yaşıyorum. Altımdaki 15 yaşındaki Spring model arabanın işleri yeterince zorlaştırmadığını düşünen mahalle ahalisi de başıma iş açmaya and içmiş yollara dökülmüş.

İstanbul'da araba kullanmanın zorluğu stresi hep konuşulur tartışılır. Günlük güzergahımdan kısaca bahsetmek gerekirse sitelerle dolu dağbaşındaki sempatik mahallemde 2-3 kilometrelik bir yoldan sonra E5'ten 5 yıldır tiksinmelere doyamadığım okula götürecek olan 15-20 kilometrelik bir yolculuk neticesinde hedefime varmış oluyorum. Herkesin dert yandığı trafik sorunlarından (her ne kadar gittiğim yolda bitmek bilmeyen çalışmalar da olsa) farklı sorunlarım bulunmakta. Şöyle ki:

Bugün de okuldan çıktıktan sonra tıngır mıngır otoyola çıkıp çıtı pıtı mahalleme kadar her türlü trafik kuralına uyarak geldikten sonra kabusum yine başgösterdi. 2 şeritli bir yolda bir yayanın karşıdan karşıya geçmesi yaklaşık olarak 3-4 saniye olarak hesaplanabilir. Benim yüzel yurttaşlarım ise nedendir bilmem karşıdan karşıya geçerken çok fazla şey yaşıyorlar. Örnek vermek gerekirse hayretle havaya bakarak kaldırıma paralel yürüyen insanları gösterebilirim. Ayrıca bu yurttaşlar teknoloji harikası arabaların 1 metrede durabildiğini düşünerek yola da atlamaktadırlar. Bu güzel insanlar sayesinde her ne kadar kısa alanda manevra yapmada ustalaşmış olsam da sıklıkla karşılaştığım ve hiç anlayamadığım 50 yaş üstü teyze 3lüleri kaldırımdan koşa koşa yola atladıktan sonra fren sesi duyduklarında çalışılmışcasına bir tanesi sabit kalırken biri ileri biri de geriye doğru koşmakta. Yani herşeyi arabanın fren mesafesinin insafına bırakmaktalar.

Bu insanları anlayamadım anlayamıyorum da. Sırf onların neler hissettiğini anlayabilmek için paldır küldür yola atladım, kaldırım varken asfalttan yürüdüm, karşıdan karşıya geçerken en saçma neler yapılır diye denedim ama nafile bu insanları hiç anlamıyorum anlayamıycam da.

Özgüven + Çalışma = Hedo

Hepimizin malumu bir Türk evladının NBA'de kalıcı olması son derece zordur. Nice kapı gibi baba yiğitleri yolladık zamanında NBA'lerde top koştursun da Amerika'larda adını duyursun diye. Gidenler oldu dönenler oldu yıllar yılı ancak içlerinden birisi farklı olduğunu gösterdi.

Bu sene izleyenler bilir ki final serisinde Hidayet özellikle Boston serisinin son maçında ve neredeyse bütün Lakers maçlarında takımın yıldız oyuncusu gibi oynadı sonra sezon arasında da her yaz tatiline çıkmış lise öğrencisi gibi memleketine döndü. Haliyle basının ilgisi de tez geldi. Gel gör ki beni geren şey bütün röportajlarda "ya nası vurdun o bloğu Kobe'ye helal olsun hido" benzeri cümleler duydum. Sanki bütün sezonun başarısı gelip tek bir bloğa endesklenmiş gibi bir tutum beni oturduğum yerde darladı, çünkü işin aslı öyle değil.

Yeni öğrendiğim üzere bu Hedo dediğimiz kalıplı cüsseli abi NBA'e gitmesi söz konusu olduğunda burdaki klübü ile bazı sorunlar yaşamış. Sonrasında da bir bankadan 1.5 milyon dolar kredi çekmiş ve kendi yolunu çizmiş Amerikalıların gönlünü fethetmeye gitmiş. Benim için takdir edilesi olan da bir sporcunun böyle çok zor bir lige giderken kendisine bu kadar güvenebilmesidir. Tahminimce bu kadar büyük bir özgüven de hayatı boyunca düzenli çalışma ve çalışacağını bilmesinden kaynaklanıyordu. Bana da tebrik etmek kalır anca.

Futbol vs. Din

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Sevgili okur "içimiz dışımız futbol oldu" demezsen bu yazımı da oku ha ama eğer "bu ne lan futbol futbol gına geldi" dersen okuma, zaten sen bunu okurken ben çoktan yazıp bitirmiş olucam.

Bundan yıllar yıllar önce kıllı sakallı bir amca olan Karl Marx çıkmış "Din toplumun afyonudur" diye bir söz etmiş. Bundan yıllar yıllar sonra futbol sahasının her köşede belirdiği, elini salladın mı 5 oyun kurucuya 2 santrfora çarptığı dünyanın güzide bir köşesi olan Güney Amerika'dan bir amca çıkmış o da onu öyle demezler böyle derler edasıyla demiş ki "Futbol toplumun afyonudur". Şimdi bu resmi görünce kendi kendime "ulan acaba benzer de benzer yoksa böyle mi tesadüf olur" dedim. Sonra baktım bu kafamı kurcalıycak gibi gittim bir elmalı soda içtim geçti.

Maç izleme adabı

Stres atma şenliklerim çerçevesinde paşa gönlümün istediğinde gidip bir futbol sezonu için daha kombine biletimi almış bulunmaktayım. Ne mübarek adamsam ayağımı attığımda takıma bir şevk geleceğini bildiğim için futbol açısından içim rahat, gel gör ki benim seyir zevkim öyle hafife alınacak bir şey değil.

Eğer ki maçı stadda izleyeceksem bazı şeyleri yerine getirmem lazım yoksa ha internetten izlemişim ha staddan izlemişim. MSN ortamlarımda da konuşulduğu üzere fikrime göre stada 1 saat öncesinden girip maç atmosferine girmek lazım. Diğer türlü tvde film izlemek gibi bir hale gelir o güzelim stadda maç izlemek.

Bunu da eşe dosta anlatabilmek için şöyle bir program yazdım anlayamayanlara anlatabileyim diye.

20:00 sahaya giriş
20:05 taraftarların selamlanması maç öncesi suların içilmesi
20:10 koltukları buluş ve çömüş
20:15 şom ağzımın açılması tepki görmem
20:30 rıdvan yorumcu mu diye basın tribünlerinin gözlemlenmesi
20:45 ısınmaya çıkan oyuncuları gaza getirme
20:55 ısınmadaki oyunculara bok atış ve şom ağzın tekrar açılması
21:15 gökalpin sahaya girişi ve komik saçıyla ilgili dalga geçiş
21:20 az sayıdaki rakip taraftarları ilginç bir tip var mı diye kesiş
21:30 dev ekranlarda görüntünün idrak edilmesi ve hayretle karşılanması
21:40 son tezahüratlar ve maçın başlangıcına hazırlık

işte 21:45'te başlayacak bir maç için ritüellerim az çok bu doğrultudadır. İşte bu bekleme süreci geyik makara evresi maçı daha heyecanlı yapar. Bunlar olmadan izlenmez mi izlenir ama balkonsuz eve benzer, tereyağsız iskender gibidir. Şimdiden kendime ve futbol severlere neşeyle keyifle izlenecek bir sezon dileyeyim.

ex-cengaver

26 Temmuz 2009 Pazar

Bir cengaver düşünün ki bir kulaç attı mı denizleri yarsın bir kulacıyla akdenizde bir kulacıyla egede tsunamilere sebep olsun, bir rica için dağları delsin yollar açsın, tek eliyle gökkubbeyi yerlere çalsın, bir nefesiyle güneşi söndürsün, koştu mu çitalarla yarışsın uçtu mu albatroslara nazire yapsın, bir tokadıyla yerle yeksan ettiği öz hakiki afrika fillerine kök söktürsün.

Bu cengaverler cengaveri şimdi ne yapıyor derseniz copy paste yapmak için elini klavyeye uzatmaya üşeniyor da onu bile mouse ile yapıyor, telefona gitmek zor geldiğinden kelli internetten siparişler veriyor, kafayı koyup uyudu mu mevsimler yüzyıllar geçiyor.

Evet ne oldum da bu halden bu hale geldim. Ha sadece ben olsam da iyi bu jenerasyondan bikaç kişi 2-3 ay gibi kısa sürede evrildik mi ne olduk da böyle ortamlardan ortamlara seken gençlerken oturduğu yerden kalkması bikaç saat alan adamlara dönüştük. Düzenli hayat da değil bu sağlıklı beslenme de gizli sebepleri var adeta. Kimi zaman düşünürdüm okul emiyor güzelim hayat enerjimi diye o da değilmiş, okullu da okulsuz da yorgunum ben.

Ya işte böyle dostlarım özetle yorgunum ben, ne kadar dinlensem de bir yerlere gitsem de evimde otursam da yorgunum. Varsa çözümünü bilen "ben bu babayiğidi tekrar eski altın çağına döndürürüm" diyen varsın gelsin yanıma. Bunu diyen biri çıkana kadar yorgunluğumla başbaşa uyumaca.

Blog Widget by LinkWithin