Türkler ne arar #7

27 Mayıs 2010 Perşembe

Önünüzde saygıyla eğiliyorum sevgili okur. Kaç zamandır blogumu yazısız bırakıyorum farkındayım gelin görün ki üstüme üstüme gelmeyen şey kalmadı. Boş vakitler de yetmiyor uzun uzun bir yazı yazmaya. Ki boş zamanlarda da insanın kafası ister istemez birçok şeyle meşgul oluyor bu kadar çok dert varken. Bloguma ve okurlarıma daha fazla Güzin abla muamelesi yapmadan son bir ayın enteresan bloguma gelmeye vesile olan Google aramalarına bir göz atalım.

"koku bombası kaç günde geçer": Bu aramanın tarihine dikkat çekmek isterim. 1 Nisan sonrası "bir şaka yaptık ama bir ay oldu hala koku içinde yaşıyoruz arkadaş" diyen birisi aramış olabilir. Ya da bir yumurcak evlat "bir şaka yapacağız ama çok dayak yemeyelim valideden" diyerek aramış olabilir. Ben de bir dönemin yumurcağı olarak bu soruya cevap olarak birkaç saat diyorum.

'zidane zidan saç ektirmiş hali': Aramanın başındaki sonunda ' işaretini Google nasıl anlamış olabilir bilmiyorum. Ayrıca koca futbolcunun ismini de bu kadar yanlış yazmak ayıptır yahu. Kaç yıllık Zinedine Zidane oldu sana zidan zidan. Bir de saç ektirmemiştir diye umuyorum. Kel hali de güzeldi. Kafa attı mı ses getirirdi.

acun nun proğramınınsurvivor su dökülme yarış proğramı: Bazı aramalar o kadar yanlışlarla dolu oluyor ki onu açıklamak bu hatalar başyapıtına hakaret etmek gibi geliyor. Sanırım bu sebepten ötürü bu da yorumsuz geçeceğim aramalar listesine girmeyi hakediyor.

aftosluk: Bir dönemler sevgili ve benzer anlamlara gelebilen bir kelimeydi aftos. Aftosluk da sevgililik anlamına gelen bir arama olabilir mi diye tereddüt ettim. Şu aramaları yapanların telefonlarını falan da verse de Google bazen öldüresiye merak ediyorum, telefonu olsa açıp sorabilirim bile yani.

dert sizsizseniz dert sizsiniz: Müsadenizle bu aramayı ayın araması seçiyorum sevgili okur. Bunu arayan ne sözü anlamış ne konsepti anlamış. Nefret ettiğim o klasik dertsizseniz dert sizsiniz kalıbını yerden yere vurmuş adeta.

dıreksıyonu bırakıp dans eden otobus soforu: Enteresandır ki ben bu şoförü gördüm. Hatta otobüsüyle baya bir yol yaptım. Enteresan olan ben bundan hiç bahsetmemişken Google nasıl bir arama motoruysa benim bloguma yönlendirmiş bunu arayanı.

erman toroğlu reklam ücreti boru: O sondaki boru çok imalı olmamış mı yav. Bir de başkalarının kazandığı parayı bizim kadar merak eden bir ülke var mıdır çok merak ediyorum.

facebookta resim koyarken yanına nasıl isim yazarım: Bizim insanımızın bu kadar minimal teknolojik sorunları olması arasıra içimi rahatlatıyor. Çok büyük bir teknolojik yıkım yaşansa dünyada bizim insanlar çok az rahatsız olacakmış gibi hissediyorum. Kimbilir belki bu sayede dünya liderliğine yürürüz bu teknolojik minimal kaygılarla.

gelecekten gelen insanlar: Yahu bu arama daha önce de vardı sanırım da ben ufak ufak gerilmeye başladım. Hep birileri bunu aradığına göre yoksa gerçek midir nedir. Böyle gizli bir tarikat falan mı var. Varsa ve bunu okuyorsa rica ediyorum bir sayısal loto neticesi söylesin bana gelecekten.

hadise soyat: Acaba bu aramayı yapan hadise soyat diye birini mi aradı yoksa Hadise'nin soyadını mı aradı diye de merak ettim mesela. Oluyor böyle meraklarım.

ingilizce5 sınıf hastalıklarla ilgili resimler: İngilizce ile nasıl bir bağlantısı olabilir ki hastalık resimlerinin? 5. Sınıf derken, 5. sınıf ingilizce dersini mi kastediyor yoksa 5. sınıf hastalıkları mı kastediyor mesela.

tokyo drift benim şarkım diyen salaklar: Nedir bu sinir sevgili Google aramacısı? Ben de şimdi bunu arayan için "Tokyo Drift'i şarkı sanan salaklar" desem hoş olur mu? Olmaz tabi.

trafik kurallarinda sağdan vuranmi haklidir: Böyle bir genelleme yapmak ne enteresanmış. Sağ var sağ var. İki araba da birbirine sağdan çarparsa nasıl olacak mesela?

undertaker spikerin evini basti: Vay arkadaş bu Amerikan güreşçileri iyice tozutmuş arkadaş. Ev bark basan insanlar mıymış meğer bu Amerikan güreşi yapan tosunlar. Evimizde de mi rahat yok kardeşim bu kaslı terli heriflerden.

ımtıs ımtıs şarkısı: Bunu da yorumsuz geçmekle yetineceğim sanırım. Zaten bu aramalara baktıkça hayat enerjim çekiliyor gibi oluyor.

Şöyle böyle #37

18 Mayıs 2010 Salı

Nasılız sevgili okur? Siz de benim gibi yaz başlangıcı sıkıntıları yaşıyor musunuz? Kalın giyip yanıp ya da ince giyip donuyor musunuz? Bir şekilde nasıl oluyorsa hiç tutturamıyorum bu kıyafet seçimini sevgili okur. Neyse seni daha fazla içsel hezeyanlarımla sıkmadan son zamanların birkaç güzide tesbitimle başbaşa bırakmayı kendime vazife bilirim.

  • Pastanelerde piza adıyla satılan ufak yuvarlak hamurişi birşey vardır ya hani, ortasında sosis kıyma falan olur. Nasıl oluyor bilmiyorum ama dünya üzerindeki bütün pastaneler anlaşmış gibi o kıymalı olana mutlaka acı biber koyuyorlar. Bir de nasıl bir acıysa o biberi attıktan sonra bile kıymasında acı esansı kalıyor arkadaş. Yemenin imkanı olmuyor. Ne anladım ben öyle pizadan.
  • Yaz geldi diyince aklıma geldi. Burdan büyük kanalların ana haber bülteni müdürlerine sesleniyorum. Yapacak haber bulamıyorsanız bülteni doldurmak için kene ve kırım kongo kanamalı ateşi hastalığı haberlerine başlayın yine. Beni de görürsünüz artık.
  • İlkokuldan beri uyuz olduğum bir durum var ki bunu birileriyle paylaşmak nedense şimdi aklıma geldi. Vücudun %75'i sudur derler ya. O çok büyük bir yalan değil mi la? Kalan %25'in içine bunca kan kemik falan nasıl sığar. Şimdi bu cümleyi okuyan bir biyolog hemen "arkadaşım su dediysek sıvı işte yani" derse eğer kalbini kırarım. Adam gibi sıvı diye yazsaydınız ya la o zaman onu.
  • Geçen gün Survivor adlı yarışmaya denk geldim. Kızların bulunduğu adadaki tencereye bir yengeç girmiş. Başında toplanmış ne yapsak diye düşünürlerken aralarından bazılarının "yiyelim" demesi üzerine birisi çıkıp "ay yazık ya benim abim de yengeç burcu yemeyelim" dedi. Burç olayına göre hayvan sempatisi olayı mı var yani?
  • Bu arada "format" da ne kadar kuvvetli bir kelime olmuş dilimizde. Yeni anladım bunu yarışmayı izleyince. Yoldan geçen birine "arkadaşım saat kaç acaba" desen sallamaz ama birine "birader gel seni damdan atıcaz, valla bir yarışma çekiyoruz da formatı böyle" diyince o adam dama kendi çıkar seke seke.
  • Bu arada hayatımda hiç "birader araba gitmiyor bir el atıversene" diyeni refüze eden bir Türk görmedim. Görebileceğimi de sanmıyorum.
  • Polis devleti diye birşey var ya. Onun devlet başkanı hep başkomiser olacakmış gibi geliyor bana. Masasında oturup nezaretten çıkanlara nasihatlerde bulunacak falan. Devamlı çay içecek.
  • Geçen gün İstanbul içinde bolca toplu taşıma aracı kullandığım birgün oldu. Füniküler diye birşeye bindim mesela. O fünikülerin girişinde bir oda içinde çalışan birkaç kişi gördüm. Füniküler müdürüdür bunlar da heralde dedim. Ama ne iş yaptıklarına ve bir gününü neyle geçirdiklerine dair en ufak bir fikrim bile yok. Bir de odalarının bir tarafı komple camdı, sanki insanlar görsün de bu adamlar ne iş yapar diye düşünsün diyeydi. Ben de adeta bu tuzağa düştüm.

Ben tek siz hepiniz

14 Mayıs 2010 Cuma

Sen hiç çıkıp da bir topluluk önünde konuşma yaptın mı sevgili okur? Ben bu hafta yaptım. Hiç de hoş bir durum olmadığını gördüm. Hele durun da olayı başından anlatayım.

Sunum ve Raporlama adlı sevimsiz bir ders alıyorum ki dillere destan. Hocası Kanadalı, öğrencisi hiç oralı değil. Hoca tutturmuş herkes sunum yapacak diye. Bunu ilk duyduğumda dediydim ki "oh ne güzel seçerim bildiğim bir konu yazdıkça yazarım". Gruplar falan belirlendi ki bir de ne göreyim. Ufak naylonumsu bir poşet gibi birşey. İçerisinde uzun uzun kesilmiş birçok kağıt. Ben de karşısında durmuş tombala çeker gibi anlatacağım konuyu çekiyorum. Konuyu çektikten sonra da yeni bir torba uzatılıyor önüme aynı hoca tarafından bu sefer de kaçıncı sırada çıkıp anlatacağımı çekiyorum.

Şimdi bu konu en büyük belirsizliklerden biridir. İlk çıkıp anlatmak hoş değildir, sınıf içinde son kez bir okuyayım da ezberleyeyim diyemez anlatıcı. İlk olmak zaten genelde gerilim yaratır. Diğer anlatıcıları görüp iki taktik almak en güzelidir. Gelin görün ki ben seçtim en son sırayı. Yine beni aldı bir gerilim. En son olmak da hoş değil, milletin ilgisi dağılmış olur, hele o beklerkenki gerilim kısmını anlatmıyorum bile.

Her Türk öğrencisi gibi ben de sunumdan bir gün önce ödevi yaptım, slaytları hazırladım, laptopu getirmekle mükellef arkadaşa yolladım. Ancak bu dersin saçma kurallarını bilmekte fayda var önce. Sunumu yaparken slayttan okumak yasak. Elinde tutmalık not kartları hazırlamış olmalı herkes ona da 3 saniyeden fazla bakmak yasak. Tahtaya bişey yazınca sunum biterken onu silmemek yasak. Eli kolu kullanmayınca puan kırıyor. Göz teması, süre, duruş, mimik derken bir ton yerden puan kırabiliyor bu hoca. Ben de bunun gerilimi içerisinde derste oturmuş kara kara ne yapsam diye düşünüyodum.

Aklıma gelen tek cin fikirli kurtuluş yolu da süre açısındandı. Sunumun 6-10 dakika arasında olması gerekiyordu. 10'dan fazla olması bile puan kırma sebebi yani. "Şşş bak hele" diye dürttüm slaytçıbaşımı "saatine bak ben sunuma başlarken tam 7 dakika olunca masanın üzerine telefonunu koy da ben de bileyim 7 dakika olduğunu toparlayıp bitireyim" dedim. O da hayhay deyip onayladı bu durumu. Bir diğer fikir de slayt değiştirme konusunda aklıma geldi ki o da önemli bir konuymuş meğer. Kaptırıp anlatmaya devam ederken arkada aynı slaytın durması hoş olmazdı. "Ben ne zaman ki elimdeki kartı değiştiriyorum sen de slaytı değiştir" diye yeni bir salık verip yöneldim hocanın yanına.

Şöyle enteresan bir durumu da anlatmadan geçemeyeceğim. Bu yaptığımız sunumlar artık ne kadar önemli şeylerse hoca da en ön sıraya bir fotoğraf makinası koyuyor ve herkesin sunumunu videoya kaydediyor. Gel gör ki benden önceki sunan arkadaşın son 3 cümlesine gelindiğinde ekranı mekranı karardı bu aletin bir haller oldu. Hoca da bir telaş gidip bakınca anladı ki hafızası dolmuş. Dönüp bana üzgün gözlerle bakarken "kusura bakma Parahuman seninkini kaydedemiycem" deyince "canıma minnet hocam şu rezilliği belgelesen ne olur belgelemesen ne olur" diyerekten çok da önemsemedim bu durumu.

Her sunum önceki doküman kontrolüne tabi oldum ben de diğer öğrenciler gibi. Hoca dedi ki "Checklist'in nerde yavrum?" (Checklist dediği de senin konunla ilgili birileri yorum yapıp bir kanıya vardıysa onların yazıldığı bir hadise) "La hocam neyin checklisti zaten bana verdiğin konu bi kitap kim bunun hakkında ne yapsın da ne desin" deyince Kanadalı Kanadalı bakıp "olsun yine de bulsaydın birşey" diyince için için darlanmaya başlamıştım. Diğer dokümanlarımı da ibraz ettikten sonra inceden süzülsüm kürsümsü sunum mekanına.

Şimdi bana deseniz ki bu yaptığın sunumdan neler öğrendin, neler çıkardın, tek bir şeyi çok net söyleyebilirim ki topluluk önünde konuşmak hiç bana göre birşey değilmiş. Normalde süper konuştuğum İngilizce, orada aklıma gelmez oldu. 2 kelime zar zor aklıma geliyor, kaldı ki bir de onlardan cümle yapmak gerek haliyle. Bir de sınıfta türlü çeşitli yumurcak arkadaşım olduğu için ne zaman sınıfa baksam kitlenip tanımadığım bir adama baktım hep, ama birinci dakikadan sonra istemdışı oldu o. O da "ne bakıyorsun" dermişcesine bir el kol hareketi yapsaydı da projektör makinasını alıp ışıldaklı ışıldaklı atıp kafasına sunum olayını galeyana getireydim diye düşünmedim değil. Daha büyük bir sorun ise topu topu 10 sayfa olan slaytım aktıkça akıyordu ama bir türlü gözlerim, masanın üstünde olmasını görmeyi beklediğim o işaret olacak telefonu göremiyordu. Yapacak birşeyin kalmadığını anladığım anda artık konuyu toparladım ana fikri falan verdim. "Hadi bana eyvallah" anlamına gelen "Thank you for listening" dedikten sonra sakin adımlarla sınıfın ortasına doğru yöneldim. O esnadada telefonu koymayı unuttuğunu düşündüğüm slaytçıbaşıma agresif bir şekilde "kaç dakika oldu la" diye sorunca aldığım "6.5" cevabı üzerine iyice rahatladım.

Hızlıca ve usulca hocanın yanına yaklaşıp neye kaç puan verdiğine görmeye çalışırken baktım ona good buna good herşeye iyi notlar verip geçiyor. Ancak sonunda demez mi "ellerini kollarını biraz daha oynatarak anlatsaydın daha iyi olurdu" diye. İşte o an biraz gaza geldim "hoca hoca sen demedin mi not kartlarını tutacaksın ordan bakacaksın diye, not kartı tuttuğum ellerimle nası neyi anlataydım" dedim. Tam bir Kanadalı turist gibi boş boş bakıp "olsun" dedi. Tabi bütün bu konuşmalar da ingilizce geçiyor. Şimdi siz de "olsun"un İngilizce'sini düşünüyorsunuz büyük ihtimalle. Ben de şu şakayı yapmadan geçemeyeceğim. "Olsun"un İngilizcesi "Let it be" olabilir mi acaba? Bu arada merak eden varsa birkaç gün sonra aldığım notu da yazarım bloguma da şanım yürüsün.

Sonuçlandırmak gerekirse bu koca yazıyı, sunum ya da konuşma tarzı şeyler benim işim değil. Karşıma öyle toplulukları alıp da konuşma yapacak insan değilim. Efendi gibi hep beraber masada otururken konuşabilecek bir adamım ben. Sonuç olarak büyük ihtimalle iyi bir not alıcak olsam da istemem bir daha böyle gerilimler yaşamayı. Ki bunu hocaya da söyledim aynen böyle. "Tamam sen bana iyi anlattın diyorsun da gel bir de benim halimi sor" dedim kadına. Eksik olsun sunumu slaytı.

Kişisel iletkenler #1

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Yine uzunca bir aradan sonra karşındayım sevgili okur. Ama sor bi niye. Sen sorsan da ben bunu duyamayacağım için cevap veremiyorum haliyle. Bunu yorum aparatıyla soran olursa da kalbini kırabilirim baştan uyarayım.

Bunca zaman yazmadım ama bakın görün boşuna değilmiş bu süre. Yep yeni bir yazı dizisine başlıyorum şu anda sevgili okur. Sizi daha fazla merakta bırakmayayıp söyleyeyim. Yıllar yılı MSN'deki eşimin dostumun yazdığı, benim de görünce kah güldüğüm kah hayret ettiğim kişisel iletileri yazmaya karar verdim. Zaten blog yazıyorum diye gizlim saklım da kalmadı. Varsın eşimin dostumun gizlisini saklısını da yazayım ne olucak. Tabi tahmin edeceğiniz üzere yorum yapmadan da duramayacağım için sonlarına ufak tefek yorumlar da ekleştireceğim sanırım bu iletilerin.

alfa dimem beta dimem ben sana gama dimem - Güzelim türkü ne hale gelmiş a dostlar.

as my conscious slips away - Böyle ingilizce derin anlamlı edebi şeyler yazanlar da var ama kişisel ileti en nihayetinde. Kim kişisel iletiyle başkasının fikrini değiştirmiş ki bugüne kadar?

kıyamet gelse de kopsak - Böyle klişe espriler yazmaktan çarpılsa bunu yazan daha komik olur belki.

hissetme suçu equilibrium - Böyle entel kuntel şeyleri de görünce inceden MSN kitlemle gurur duymuyor değilim, her ne kadar anlamasam da.

16 Mayıs pazar Taksim Dorock bar'da konserimiz var (distopia) - Madem iletilerin hepsini yazmaya karar verdim bunları da yazayım bari. Kendimce bir destek vermiş olurum böyle. Gidin dinleyin işte böyle konserleri.

ANZERIA, 11 Mayıs Salı saat 19:00'da İ:Ü. Bahar Festivali Avcılar kampüsünde! - Benim de ne çok sanatçı müzisyen tanıdığım insan varmış meğer. Gittikçe daha bir gurur duymaya başladım kitlemle.

Well they call me hurricane n' I've come to play in your town - Bu ileti de inceden bir tehdit mi içeriyor nedir anlamadım. Çevirisi "Bana hortum derler ve senin kasabanda oynamaya geldim" şeklinde oluyor. Town diyince de direk Amerikan filmi olayından kasaba oluyor. Türk town diyince köy olur belki. Bu arada hortum da bahçe sulama hortumu falan değil ha, baya bildiğimiz doğal afet olan hortum bu.

6. his kötü birşey - Böyle bir kanıya varabilmiş olması bile enteresan bir durum. Bunun varlığından emin olabilmiş demek ki, bir sonraki adım da kötü birşey olduğuna karar vermek olmuş.

MaTeMaTiK öZeL DeRs Werilirrrrr... - Matematik okuyan her üniversite öğrencisinin bir numaralı gelir kapısı ümidi olan özel ders iyidir hoştur da böyle yumurcaklı yumurcaklı yazınca olmaz bence o iş. Öğrencinin öğrenesi varsa da bu yazı şeklini görünce vazgeçer.

Buzzzzzzzzz - Peki

Antibakteriyelçizer - Bu adamın çizer olduğunu bilmesem belki çok yanlış, sevimsiz şeyler anlayabilirdim. Gel gör ki güzel sanatların antibakteriyel olanı nasıl olur onu da bilemiyorum tabi.

uyuyor - Bu da ilginç bir durum. Teknolojiye güvenmediğimizden falan mı böyle birşey yazma ihtiyacı duyuyoruz acaba. "Ben offline insan görünce inanmam illa birşeyler yazar denerim" demiş birileri demek ki, sonra o insanlara karşı uyuyan kesim de bunu yazma gereği duymuş sanırım.

dolomit ne lan? - Ben de merak etmedim desem yalan olur.

lord of the .... - Bu bilinmezlikler belirsizlikler beni çok geriyor işte. Neyin lordu olabilir ki bu adam diye içime dert oldu şu anda.

Fish doesn't think because fish knows everything - Güzel felsefik bir söz yazmış bu arkadaş şimdi ona lafım yok da. Bunu bir hayat felsefesi olarak uygulamaya çalışırsa kişi mutsuz olur diye tahmin ediyorum. Tam çevirisi de "balık düşünmez çünkü balık herşeyi bilir" şeklinde oluyor.

tez-30 sayfa. vira vira vira!!! - Bu arkadaşa şimdi iğneleyici birkaç şey yazmak isterdim ama glein görün ki birkaç haftaya kadar benim de iletimde bu minvalde birşeyler yazabileceği için es geçiyorum.

uçan adam.. - O TV'de izlediğim zıplaya zıplaya yerde yuvarlanan adam benim MSN listemde olsa bir daha benim yazılarımı okur musun sevgili okur? Eğer okurum diyorsan ben bile şüphe ederim okur kitlemden.

Muhtaratör insanı rezil de eder rezil de. - Herşeyin sonuna tör koyunca çözüm olmuyormuş demek ki. Bu iletinin arkasındaki yaşanmışlıkları da ben de hepiniz gibi çok merak ediyorum.

Transformers, more than meets the eye... - Bunu görünce de direk aklıma otobotlar falan geliyor. Dönemin en kral çizgi filmi ve oyuncak konusuydu bu transformers. Bu heyecanı üniversite dönemine kadar taşımak ne kadar doğrudur onu bilemiyorum tabi.

ne iğrenç bi anlayış ne çağdışı bi düşünce ne ezik bi hareket ne özgüvensiz ne rezil ne itici.. - Ne bu kadar dert olmuş bu insana diye ben yine merak ettim tabi. Ama o kadar da etkili yazmış ki en yakın ağaçtan bir dal kırıp bunun yazılmasını sebep olanların üstüne doğru koşasım gelmedi değil. Kişisel ileti ile bir akın başlatılabiliyormuş demek ki.

müsadenizle... - Aman efendim ne demek müsade sizin.

Japon'ların içine dert olan Türk

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Benim bir zamanlar tarih dersi kitaplarında okuyup anlamadığım birşey vardı. Türkler gidip Çin'lileri savaş meydanında alaşağı ediyor, yerden yere vuruyor ama sonra bu Çin de türlü şeytanlıkla tavşanlıkla iç işlerimize karışıp bizi bin beter ediyordu. Belki de bunu farketmiş bir eleman da öyle bir oyun etmiş ki bu uzakdoğu ahalisine onlar da anlayamamış. Gelin görün ki hedefi şaşırıp Japonya'da gerçekleştirmiş bu olayı.

Milliyet'in haberine göre Serkan Anılır adlı bir Türk vatandaşı "Benim uzay asansörü diye bir projem var, hatta NASA'da da 2 sene astronotluk eğitimi aldım" diyerekten dünyanın en önemli 10 üniversitesinden biri olan Tokyo Üniversitesine girmiş. Hatta bunlar da yetmezmiş gibi ilk Türk astronot benim de demiş. Adamın palavraları bu kadarla kalmamış. 2003 yılında bir doktora tezi vermiş bu Serkan, o tezin de büyük bir kısmının başka yerlerden araklanmış olduğu da çıktı ortaya. Hatta bir de Türk Ulaştırma Bakanlığının kendisini NASA'ya gönderdiğine dair bir belge de düzenlemiş bu sinsi Serkan. Bunlar da yetmezmiş gibi kendini astronot kıyafetlerinin içine soktuğu bir de fotomontaj yapmış bu sinsi. Yetmezmiş gibi Illinois ve İTÜ üniversiteleri mezunu olduğunu belirten bu Serkan'ın o okullarla hiç ilişkisi bile olmamış meğer. Hatta okul arkadaşları tarafından sahte NASA kimliği hazırlarken bile görülmüş bu kendini bilmez Serkan.

Gelelim olayın diğer tarafına. Garibim saf naif Japon'lar "Barış Manço'nun çıktığı ülkeden yamuk yapan olmaz" diye hiç araştırma gereği duymamış herhalde. Belki de orda insanlara daha fazla değer verildiğinden ve inanıldığındandır. Garibim Tokyo Üniversitesi rektörü de "şok içerisindeyiz, ilk defa böyle birşey gördüm, 130 senelik üniversite tarihimizde ilk defa birinin doktorasını iptal edip işten attık" demiş. O da ne olduğunu şaşırmıştır garibim. Bu deha Türk hakkında övgü dolu başlıklar atan gazeteler de özür yazısı yayınlamışlar.

Bunların dışında bu Serkan'ın yalanlarını maddelemek gerekirse;

  • Türkiye'nin ilk resmi astronotuyum, ulaştırma bakanlığı tarafından NASA'ya eğitime gönderildim. (Belge de fotoğraf da yalan)
  • Türk Milli Kayak takımında olimpiyat madalyası kazandım. (Bu zaten komple yalan)
  • Illinois Üniversitesi ve İTÜ mezunuyum. (Yıldız Teknik Üniversitesi mimarlık mezunuymuş)
  • 2003 Sapacean uzay konferansında bildiri sundum. (Katılımcı bile değilmiş o konferansta)
  • Japon uzay fiziği departmanı başkanıyım. (Öyle bir departman bile yokmuş)
  • Amerikan onur madalyası sahibiyim. (Bu da parayla satın alınabilinen bir madalya çıktı)
  • Tokyo Üniversitesi'nin ilk yabancı yardımcı doçentiyim. (Daha önce birçok yabancı yardımcı doçent olmuş)

Şöyle böyle #36

2 Mayıs 2010 Pazar

Size karşı yüzüm yok okurlar. Kaç zaman oldu birşeyler yazamıyorum. Gelin görün ki hayat yorucu. Koşturmacalardan koşturmaca beğeniyorum. O kadar yoğunmuşum ki, şimdi farkettiğim üzere bunca gündür şöyle böyle kağıdıma aldığım not bile yok. Bakalım şu an aklıma gelenlerden neler yaabileceğim.

  • Şu dünyada yeni çıkmaya başlamış ergen bıyığı kadar itici birşey yoktur herhalde. Ama o ergen için de ne büyük gurur kaynağıdır. Örneğin ben hatırlarım lise yıllarımda sakallar iyice coşunda müdür yardımcısı para verip berbere yollardı birkaç kıllı ile birlikte beni. Biz de saç sakal düzelttirip sonra kahvaltı falan edip dönerdik okula. İnceden hoşuma giderdi bu sakallı olma durumu. Şimdi sıfatımda 2 kilo kıl olmadan traş olmaya üşenir bir adam oldum. Ama kışın süper oluyor. Saçlar da uzun olunca doğal kar maskesiyle dolaşıyormuşum gibi adeta.
  • Birkaç kişinin oturup çay içtiği bir masada biri çay bardağını kaldırırken çay tabağının da bardakla birlikte yapışık yükseltiğini gören ve düşüp çıkaracağı o ani sesi beklerken gerilen adamlardan birisiyim ben. Böyle bariz bir ayrım var mesela. Fevri çekilde bardak kaldırıp sonra tabağı düşünce irkilenler ve bunun farkında olup gerilimle bu olaya dikkat edenler şeklinde.
  • Çay diyince de kışın insanın içini ısıtır denir, yazın da harareti alır derler ya, ikisi de büyük yalan. Bu lafları çıkaranlar bir dönemin çay üreticileri değilse ben de daha birşey bilmiyorum demektir.
  • Bu arada NBA severlerin en keyifli dönemleri olan play-off'lar başladı. Ancak hiç aklıma gelmezdi ki hakemler yüzünden gecenin bir körü izlemek için beklediğim maçın ikinci yarısında kahır bela televizyonu kapatacağımı. Ertesi gün okul varken uykudan fedakarlık edip gecenin bir körü oturup maç izlemek bile yeterince pis bir hissiyat zaten.
  • Survivor diye bir yarışma vardı bir zamanlar. İki grubu birer adaya atıyorlar, en ıssızından. Sonra türlü yarışmalar yaptırıyorlar falan. Yeni versiyonunda da erkekler ve kızlar diye 2 ayrı takım yapmışlar. Kızların adasındaki bir diyalog beni benden aldı. Açlıktan iguana yeme derecesine gelmişler uzaktan uzaktan kesiyorlarken iguanaları biri çıkıp "bunların eti şimdi beyaz et mi kırmızı et mi" diye sordu. Öyle hayatta kalma ortamı falan yalan oldu bir anda tabi. Issız adada kalmış insan yiyceği etin rengini mi merak eder?
  • Şu dünyada boyun tutulması kadar can sıkıcı şey azdır. İnsanın sosyal hayattan çekilesi gelir ama ona da izin vermez boyun tutulması. O yüzden bir kat daha sevimsizdir. Robocop gibi gezdirir adamı sosyal ortamlarda. Hele bir de yapılan ani hareketler sonrası yaşanan o sevimsiz acı en beteri.
  • Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım gaza gelmiş, "blog açıcam parahuman, duydum ki sen blog alemlerinin en yücesiymişsin, onbinlerce okurun varmış, var gel bana yardım et teknik konularda" deyince ben de hayhay diyip başlıca adımları anlatmaya geldim. İsim falan kararlaştırıldıktan sonra uygun bir site gösterip bir tema seç diyince adam o kadar güzel bir tema seçti ki resmen kıskandım. Zaten temayı değiştirip değiştirmeme konusunda türlü tereddütler yaşıyordum. Gel gör ki taklitçilik yaptın demesin bu adam bik bik konuşmasın diye alıp onun temasını da koyamadım bloguma. Bu sefer de adam bir haftada 4 yazı yazdıktan sonra bakmaz oldu bloguna. Daha bir uyuz oldum. Adını bile ben bulduydum nan o blogun. Merak edip o bloga bakmak isteyenlar olursa bu kelimeye tıklayabilirler.
  • Bir öğrencinin en büyük ikilem okula gideceği günden önceki gece erken yatmakla geç yatmak arasında yaşadığı ikilemdir. Erken yatınca hem bütün gece uyuyunca boşa gitmiş gibi oluyor, hem de sabah 7de kalkınca zaten insan kaçta yatmış olursa olsun uykusunu alamamış olacak. Geç yatınca da ertesi güne baş ağrısı ile başlanır ilerleyen saatlerde herşey daha da berbatlaşır ki bir de sonraki günün devamında erken yatma garanti olur. Nice analistler çözemedi bu ikilemde hangi hamlenin doğru olduğunu ben mi çözücem diyip bir gece geç bir gece erken yatmayı tercih etmişimdir ben hep.

Blog Widget by LinkWithin